21 Eylül 2008 Pazar

Yüreği mi suskundu, gözleri mi? Mavilerle çevrilmiş bedeni "Ben buradayım!" diye haykırırken, gözlerindeki kuşku, korkusunu ele veriyordu. Hani bazen hiç konuşmaya gerek duymadan, karşısındakinin ne hissettiğini anlar ya insan; işte böyle bir duygu içerisindeydim. Tek başınalığın verdiği cesaret bile saklayamıyordu gözlerindeki titremeyi. Kimse bakmıyor muydu, yoksa bakıyordu da anlamıyor muydu, bilinmez... Ama ben, salonun öbür ucundan bile hissedebiliyordum ürkekliğini. Doğduğu gün, güneş onun armağanı olmuşçasına beyazdı teni. Bilmiyordum, ama eminim pek de güzel kokuyordu. Sanki bir terslik yokmuşçasına, gayet sakin durmaya çalışan bedeni, kıvrak bir estetikle adeta dalgalanıyordu. Dans etmiyor, kanatlanıp uçuyordu. Yüzüne bakan, onu çok rahat bir insan sanabilirdi; ama ben gerçeği biliyordum. Özenle yaratılmış esnek bedeni, Tanrı'nın küçük rötuşlarıyla mükemmelleştirilmişti. Mavi gözleri, ince dudakları, elmacık kemiklerinin belirginliğiyle; bir erkekten çok, melek görünümü veriyordu. Sanki her an ölebilirmiş gibi, hem korkuyu hem de o gizli heyecanı görüyordum hareketlerinde. Yere basışının, belini kıvırışının, hem sağlam hem de korkmuş bir yanı olmasıydı belki de herkesi ona çeken. Başkası olsa mutlu olurdu bu ilgiden, ama o telaşlanıyordu. "Belki de buraya hiç gelmemeliydim" diye düşünüyordu. Sonunda durdu. Ürkek bedeni, rüzgarın da etkisiyle hafifçe dalgalanıyordu. Korka korka kapıdan çıktı.
Onu bir daha hiç görmedim...